Çetin Altan, uzun yazarlık hayatını son dönemlerinde ilginç ve bence çok önemli bir iş yaparak pazar günleri Milliyet gazetesindeki köşesinde polisiye öyküler yazmaya başladı.
1990’lı yıllardaydık ve henüz polisiyemizin kabuğunu kırıp gün yüzüne çıkmadığı zamanları yaşıyorduk. Çetin Altan’ın yazdığı öyküler, uzun süredir kuluçkada olan yumurtanın ilk çatlama sesleriydi. Ünlü yazar, okurlarının gösterdiği büyük ilgi nedeniyle gazetede yazdığı öyküleri daha sonra bir kitapta topladı. Çok da iyi yaptı. Kitap, kendisinin mütevazı tabirleriyle çorbada tuz benzeri, iyi niyetli bir çaba olmanın da ötesine geçti.
Bugün zengin bir Türk polisiyesinden söz ediyorsak bu zenginliğe giden yolun taşlarını ören ilk edebiyatçıların başında bence Çetin Altan gelir.
Dünya edebiyatında polisiyenin önemli bir yer tutmasına, yüzbinlerce satan kitapların önemli bir kısmının bu türe ait olmasına karşın, Türkiye gibi “az gelişmiş” ülkelerde Batı taklidi bir iki örnek dışında eser yaratılamamasının sebebi, Çetin Altan’a göre, yazarların gözlemciliğe, anı anlatımcılığına ve toplumsal gerçekçiliğe daha çokdeğer vermesidir. Bizim yazarlarımız, ne yazık ki düşsel yaratıcılığa ve okurları daha yüreğinden yakalayan ve toplumsal kesitlerle insan tiplerini daha değişik bir gergef içinde sunan polisiye eserlerkaleme almayıpek tercih etmemişlerdir. Polisiye, genel edebiyatımızın en öksüz kalmış bölümü olmuştur. Çetin Altan, işte bu nedenle bu öksüzlüğün kapısınıbu kitapla tıkırdatmak istemiştir.
Çetin Altan’ın, pazar köşesindeki polisiye öykülerini bir arada topladığı kitabın adı, Rıza Bey’in Polisiye Öyküleri. Adından da tahmin edileceği gibi romanın başkahramanı Rıza Bey. Emekli bir gemi telsizcisi. Uzun yıllar evli kaldığı karısı ölmüş; emekliliğini ve bir anlamda hayatının son yıllarını bir apartman dairesinde tek başına geçiriyor. Yıllarca gemilerde çalıştığı için pek tanıdığı, eşi dostu da yok. O da harıl harıl, hiç durmadan polisiye öyküler yazıyor. Gece geç saatlere kadar bir yandan rakısını yudumluyor bir yandan da akla hayale gelmeyecek entrikalar, cinayet kurguları planlıyor. Bunları yaparken, bir yandan da geçmişin anıları, hayalleri sık sık onu ziyaret etmekte.
Bugünün, geçmişin ve Rıza Bey’in yazdığı öykülerin birbirine karıştığı polisiye öykülerin zihnimde bıraktığı lezzeti anlatamam. Çeyrek asır önce, henüz kelli felli hiçbir yazarın polisiye yazmaya “cesaret” edemediği yıllarda Çetin Altan ne kadar da büyük bir iş başarmış! Bugün yazılan polisiyelerin çoğundan fersah fersah ileri olan bu öyküleri severek, ilgiyle okudum. Bunda büyük ustanın o enfes üslubu kadar, gizemlerin kurgusundaki mükemmelliğin de payı var.
Bu kitap, o dönemde hâlâ polisiyeye burun kıvıran yazarların, editörlerin, yayınevlerinin ve hatta okurların fikirlerini değiştirmelerinde ne kadar etkili oldu bilemem ama bir yazar olarak benim üzerimde etkisi olmuştur diyebilirim. Feneryolu Cinayetleri romanımda ve Göl Kıyısındaki Ev kitabımda yer alan Mahur Beste adlı öykümde Rıza Bey’in Polisiye Öyküleri’nden izler bulabilirsiniz.