Sherlock Holmes deyince aklımıza ilk gelen şey bir büyüteçtir. Elinde tuttuğu büyüteçle yere yatıp halının üzerindeki olası kanıtları arayan ya da ipucu niteliğindeki bir nesneyi inceleyen Sherlock Holmes figürü, birçok polisiyeseverin belleğine adeta kazınmıştır.
Oysa Hercule Poirot dendiğinde aklımıza hiçbir zaman bir büyüteç gelmez. Böyle olmasının sebebi bu aleti asla kullanmaması değildir elbette. O da zaman zaman Sherlock Holmes gibi büyüteçe ihtiyaç duyar. Ama onun bir muammayı çözme yöntemi Holmes’den farklıdır. Yerlere kapanıp bir şey aramaz. Kanıt bulmak için uzun uzun araştırmalar yapmaz. Fiziksel kanıtlara değer vermediği anlamına gelmez bu. Cinayet sahnesinin bir köşesindeki plastik bir parça, şöminede yakılmış bir zarf, bir ucu yırtılmış bir mektup, komodindeki ilaç kapsülleri, kül tablasındaki izmaritler, eski fotoğraflar ve daha sayılamayacak kadar pek çok bulgu, bir muammanın çözümünde onun da kullandığı önemli araçlardır. Ama o, bir suçluyu yakalamak ya da bir sırrı ortaya çıkarmak için, asıl olarak, insan doğası hakkındaki engin deneyiminden ve psikoloji konusundaki bilgisinden yararlanır. Onu, Sherlock Holmes türü dedektiflerden ayıran en önemli yanı da budur: Muamma çözüm yöntemindeki farklılık.
Hercule Poirot’nun bütün bir soruşturma boyunca yaptığı şey, işin içyüzünü açıklayan kapsamlı bir kuram oluşturmaktır. Bu amaçla; olay yerini inceler, insanları gözler ve onlarla konuşur. Olay yerini inceleme esnasında, çevresindeki pek çok kişinin -buna polis de dahil- göremediği ayrıntıları fark eder. Bu ayrıntılar, kimi zaman anlamsız ve birbirleriyle çelişkili de olabilir. Böyle olduklarında Poirot’nun gözünde daha da önemli hale gelirler. İnsanları ve olayları gözlemlerken de benzer bir durum söz konusudur. Pek çok kişinin önem vermeyeceği bir kelime, bir vurgu Poirot’nun dikkatinden kaçmaz. Buna irkilme, şaşırma, gülme, kekeleme, korkma, kavga etme gibi bazı davranışları da eklemek gerekir. Poirot’nun bütün bu dramatik anlara tanıklık etmesi hep tesadüfle olmaz. Zira kimi zaman konuşulanları gizlice dinler. Açık pencerden, kapı arkasından gelen seslere her zaman kulak kabartır ve duyduklarını belleğine not eder. Bir dedektif olarak bunlarla yetinmez tabii. Zaman zaman şüphelileri sorguya çeker. Ama genellikle, onlarla dostane bir tavırla konuşur. Sorgudan çok dedikodu yapmayı tercih eder. Bunu yaparken, yabancı biri olmanın avantajını kullanır. İnsanların polise söyleyemediği birçok şeyi bir yabancıya rahatlıkla anlattıklarını bilir. Rahatça konuşan birinin ağzından kolayca laf kaçırabileceğini deneyimleri ona göstermiştir. Nitekim öyle olur. Sıradan bir gevezelik, Poirot’nun çok önemli bilgiler edinmesiyle sonuçlanır.
Dedektifimiz bütün bunları yaparken aynı zamanda yavaş yavaş kuramını da oluşturur. Beynindeki gri hücrelerin ve sezgisinin bu kuramı oluşturmadaki rolü, en az yaptığı gözlemler kadar önemlidir. Zira, her kuram gibi bir başlangıç varsayımına ihtiyacı vardır. Bu varsayımı yapmasını sağlayan, işte bu sezgi yeteneği ve gri hücreleri yani zekâsıdır. Her iki unsur, kuramı geliştirmesinde ve tamamlamasında başrolü oynarlar. Başlangıç varsayımı gözlemleriyle çelişir ve kuramının gelişmesini engellerse o zaman yeni bir varsayımla yola devam eder. Süreç, anlamsız , mantıksız, çelişkili gibi görünen bütün olguları açıklayan, cevabı bilinmeyen sorulara mantıklı bir cevap veren bir kuram oluşturmasıyla tamamlanır.
Saplantı derecesinde düzen aşığı bir adam olan Poirot’nun muammayı açıklayan kapsamlı kuramını oluşturmasının esası sosyal psikolojiye dayanır. Muammanın bir cinayet olduğunu kabul edersek -ki genellikle öyle olur- onun ilk yaptığı şey, cinayetin psikolojik yönlerini araştırmaktır. Bu bakımdan önceliği, kurbanın karakterini ortaya çıkarmaya verir. Öldürülen kişinin nasıl biri olduğu ve etrafındaki insanlarla nasıl bir psikolojik ilişki içinde olduğunu belirlemek, makul bir kuram oluşturmanın ilk adımıdır. Belirli bir sosyal çevredeki bir insanın eylemlerini ve ilişkilerini tanımlamak, anlamak ve açıklamak da sosyal psikolojinin temel konusudur.
Peki, Hercule Poirot, son derece ilginç kimi cinayet vakalarında sosyal psikolojiyi nasıl kullanmıştır?
Poirot, öncelikle işe farklı bir açıdan bakarak yaklaşır. Mümkün olması muhtemel olana değil, imkansız olana çevirir yüzünü. Kimsenin aklına gelmeyeni, o ana kadar düşünülmeyeni düşünerek soruşturmasını başlatır. Bu, onun çözüm yönteminin en önemli özelliklerinden biridir. Resmi polis, bildik yöntemlerle katilin peşine düşerken o bakış açısını değiştirir. Başkaları için imkansız gibi görünen bir sonuca doğru ilerler. Bu nedenle onun çözüm kuramında her şey mümkündür.
Apaçık gibi duran bir çok kanıt ve tanıklıkları reddeder ya da onlara temkinli bir biçimde yaklaşır. İpuçlarını değerlendirirken önyargılardan, basmakalıp fikirlerden uzak durur. Bir ipucunun onu nihai sonuca götürüp götürmeyeceğine karar vermek için acele etmez. Bütün olguları mantıklı bir şekilde yerine oturtuncaya kadar kuramını kanıtlayamayacağını bilir.
Yukarıda, Poirot’nun insanlarla konuşmasının, çözüm yönteminin en önemli üç unsurundan biri olduğunu belirtmiştim. Suçlular (bunlara kimi şüphelileri de dahil edebiliriz) genellikle yalan söyler ve kendileri hakkında yanlış bilgiler verirler. Poirot, onlarla tatlı tatlı konuşarak ağızlarından laf almaya çalışır. Bunu başarmak için, onların kendisi hakkında yanlış izlenim edinmelerine ses çıkarmaz, hatta çoğu kez bunu teşvik ederek onları rahatlatır. Yabancı oluşuyla, aksanıyla, fiziksel özellikleriyle alay edilmesine, şarlatan olarak görülmesine aldırmaz. Bunun sonucunda, katillerin onu hafife almalarını, gereğinden fazla konuşup ağızlarından laf kaçırmalarını sağlar. Burada amacı sadece onları konuşturmakla sınırlı değildir. Aynı zamanda suçluların, kendisi üzerinde nasıl bir izlenim bırakmak istediklerini de belirlemeye çalışır. Zayıf ve korkak görünenin aslında cesur, aptal görünenin aslında zeki, âşık görünenin aslında nefret dolu olduğunu bu şekilde anlar.
Poirot’nun hedefi gerçeği öğrenmektir. Gerçek ise katilin kim olduğunu bulmaktır. Onu katile götüren yol üzerinde birçok küçük çaplı mummalar vardır. Kuramını oluştururken bu muammaları da birer birer çözer. Çözülen her küçük muamma onu gerçeğe biraz daha yaklaştırır. Sosyal psikoloji açısından bakıldığında, amaç, cinayetin işlenmesine yol açan sebebi bulmaktır. Sebep, kimi durumda çok açık olabilir. Ancak Poirot, sebebin açık oluşuna aldırmaz. Sebep ister açık ister kapalı olsun, sosyal psikoloji açısından açıklanabilir olmalıdır. Bundan dolayı, “Cinayet neden işlendi?” sorusu, Poirot için en önemli sorudur. Bu sorunun cevabı kurban ve onun çevresindeki muhtemel şüphelilerle ilişkisini açığa çıkartarak gizlenen olayların üzerindeki esrar perdesinin kalkmasına yardımcı olur.
Poirot’nun ele aldığı davaları çözme yöntemi, yaptığı soruşturmaların sadece okuyucuyu eğlendirmek ve kasten yanıltmak amacı gütmediğinin bir kanıtıdır. Bu vakalar, aynı zamanda onun sosyal psikoloji konusundaki yeteneklerini de gösterir. Çözüme ulaşma yolunda kimsenin etkisinde kalmayan Poirot, sonunda kendi adaletini tecelli ettirmeyi başarır: Gerçek suçluyu idam sehpasına yollarken, haksız yere suçlanan insanların normal yaşamlarına dönmesini sağlar.
Her vakanın finali, Poirot’nun egosunu tatmin etmesi için bir fırsattır. Muammanın çözümünü açıkladığı toplantı, soruşturma boyunca katlandığı eziyetlerin ödülünü verir ona. Böylece etrafındaki insanların kendisi hakkında sahip oldukları izlenimi yerle bir eder. Onu dinleyen polislerin ve şüphelilerin karşısında artık gerçek Poirot vardır.
Cinayetin üzerindeki esrar perdesini hiçbir itiraza yer vermeyecek biçimde kaldırması karşısında herkesin dili tutulur. Çünkü katil en umulmadık kişidir. Muammayı açıkladığı kuram, ne kadar mantıklı, tutarlı ve makul olsa da, katilin kimliği, hem okur hem de olaya karışan diğer kişiler için beklenmedik bir sonuç olarak görülür.
Bu, şaşırtıcı olduğu kadar çılgınca da bir iddiadır. Bundan dolayı, Hercule Poirot’nun aldığı ilk tepkiler “Çıldırmış olmalısınız!…” şeklinde olur. Acaba Poirot çıldırmış mıdır? Daha açık yazalım: Delice bir kuram öne süren dedektifimiz gerçekten deli midir?
Delilikle deha arasındaki sınırların belirsizliğini göz önüne alırsak belki de şöyle demek en uygunu olacaktır: “Evet, bu inanılmaz bir kuram. Ama gerçek!”