Polisiyenin Yorgun Yüzü: Alkolik Dedektif Klişesi

Polisiye romanın sarsılmaz bir geleneği vardır: Bir cinayet işlenir, sırlar ortaya dökülür, ipuçları birer birer toplanır ve sonunda her şey çözülür. Bu yapının merkezinde, zamanla neredeyse bir mit haline gelmiş bir figür yer alır: Hayattan bezmiş, yalnız, çoğu zaman alkolle baş etmeye çalışan, geceyi viskiyle sonlandıran bir dedektif. Gözlerinde uykusuzluk, cebinde geçmişin hayal kırıklıkları, davranışlarında ise bir tür yorgun bilgelik olan bu adam tanıdık geldi, değil mi? Çünkü bu karakter artık bir istisna değil, bir şablon. Ve bu şablon, polisiye romanlara düşündüğümüzden daha çok zarar veriyor.

Raymond Chandler’ın Philip Marlowe karakteri, bu figürün klasik örneklerinden biridir. Marlowe, zekâsı, ciddiyeti ve duygusal mesafesiyle türün altın çağını temsil eder. İçkiyle arasındaki mesafe yok denecek kadar azdır. Arkadaşını kaybeder, kendine yabancılaşır, adaletin ne kadar göreceli bir kavram olduğunu her adımda hisseder. Chandler bu karakteri öyle bir derinlikle işler ki, okur onun kırılganlığını da karizmasını da eşit ölçüde hisseder. Ancak burada sorun şudur: Marlowe’dan sonra gelen pek çok dedektif karakteri onun birer gölgesine dönüşmüştür. Aynı içki şişesi, aynı yalnızlık, aynı karanlık monologlar onda da vardır ama aynı etkiden kesinlikle söz edilemez.

Klişe haline gelen bu figür, artık çoğu romanda karakterin derinliğini değil, yazarın “kara bir atmosfer” yaratma çabasını simgelemektedir. Dedektifin içkisi onun acılarını göstermez. Sadece o karanlık dedektif havasını pekiştirmek amacıyla kullanılır. Bu da okuyucuyla karakter arasındaki duygusal bağın kopmasına neden olur. Çünkü aynı içsel çöküntüye sahip onca dedektif hikayesini okuduktan sonra, bir yenisine empati duymak kolay değildir.

Bu tekrar, polisiye romanın en güçlü yönlerinden biri olan karakter yaratımını sıradanlaştırır. Oysa polisiye, karakter çeşitliliği için muazzam potansiyele sahip bir türdür. Dedektif olmak için illa da geceyi viskiyle bitiren biri olmaya gerek yok. Mizah anlayışı güçlü, gündelik hayatla bağını koparmamış, ailesiyle ilişkileri iyi ya da toplumsal meselelere duyarlı karakterler de birer dedektif olabilirler. Günümüz polisiyesinde sıkça karşımıza çıkan sıradan insanların çözdüğü suçlar, bu anlamda türün kalıplarını zorlayan örneklerdir.

Bu klişeden kaçınmanın yolu, dedektif karakterine gerçekten bir ruh, bir geçmiş ve bir amaç kazandırmaktan geçiyor. Eğer karakter geçmişinde travmalar yaşadıysa, bunun kişiliğini nasıl şekillendirdiği gösterilmeli. Eğer alkolle bir bağı varsa, bu sadece karizmatik bir yıkıma işaret etmemeli, anlatıya yön veren gerçek bir içsel çatışma olmalı. Çünkü karakter, bir atmosfer öğesi değildir, bir anlatı taşıyıcısıdır.

Polisiye türü, sürekli olarak yenilenmek zorunda. Aynı cinayet hikayesi, farklı bir karakterle bambaşka bir etki yaratabilir. Bunun yolu, tanıdık ama sıkıcı klişelerden uzak durmaktan geçer. Yorgun, alkolik dedektif figürü artık edebiyatın yıpranmış bir kahramanıdır. O kahramanı neredeyse yüz yıl önce yazılmış kitaplarda bırakıp yeni karakterlere yer açmanın zamanı çoktan geldi.

Alışveriş Sepeti
  • Sepetiniz boş.